buradakileri okuyanlardan kime hitap edecek bilmiyorum, ama okurken benim arkadaslarim geldi aklima. eski bir yazi,
buradan.
Erkekler için: Atmosfer mimarı kadınlar
Hepsi hoş kadınlar. Hoş deyince anla ki kederli hikâyeleri olan ve keder üzerine şakalaşabilen kadınlardan bahsediyorum. Güzeller, amenna! Ama söylediğim o değil. Şöyle rakılar konulunca acaba ne anlatacak diye merak ettiğin kadınlardan söz ediyorum. Seni güldürebilen ve ağlatabilen kadınlardan.
Geçmiş zamanla ilgili bir hikâyeye başlayıp tam en heyecanlı yerinde ‘O kadar da önemli değil’ deyip başka bir hikâyeye atlayabilen, demini o denli almış kadınlar yani.
Kimi erkekler kalabalık yerlerde kadınlara bir şey anlatınca ne kadar yüksek sesle konuşuyorlar. Ah! O azman, görgüsüz, genç irisi egolar! Neyse... Bunlar, eğilip masanın diğer tarafından, geçirdiği bir hastalığın adını ya da basbayağı edepsiz bir espriyi fısıldayıveren, sesli tarihe geçmesin diye bazen sessiz de konuşabilen kadınlar.
Onlar, onlardan biri, masaya oturunca etrafınızı bir hava sarar. ‘Kadının havası var’ dedikleri ondan. Etrafınızı bir hava sarar ve sadece sizin masada bir iklim kuşağı oluşur. Aşk değil, meşk değil; hayatın bir özütü varsa o sızar paçalarınızdan.
Artık ölüm de gelse bu kadınların elinden, kuruyup kalsanız da gitmeyeceksiniz, gidemeyeceksiniz.
Bu kadın sizi mundar edecek belki; mühim değil. Çünkü en çok şu anda yaşıyorsunuz. Birazdan ne diyecek, mesele bu. Ses, sesleriniz, bir hokkabazın topu gibi havada hoplayıp masaya değmeden alçalıp yeniden havalanıp oynadıkça ikinizin ağızları arasında, tabakların üzerinde ve bardakların kenarında, bitmesin isteyeceksiniz; bu akış hiç kesilmesin. ‘Hepsi hoş kadınlar’ deyince yani, bunları diyorum. Atmosfer mimarı kadınlardan söz ediyorum.
Omuz çantasıHepsi hoş kadınlar. Erkeklerden söz ediyorlar. Ne kadar çok ve nasıl terk ettiklerini adamları anlatıyorlar. ‘Omuz çantamı alıp...’, ‘Tabii canım tabii, her şeyi bırakıp...’, ‘Deli misin sen, kim bilir kaç ev kurdum. Dur bakiim, son on yıldaaa...‘, ‘Bir hafta! Tabii canım, yeni ev tam bir haftada kurulur, çöp bidonundan çay süzgecine...’ ‘Herhalde ele geçiriliyor gibi hissediyorum ondan. Bilmem.’ Böyle. Bir de arada bir kikirdeme.
Bir gün yalnız ölmek, bir gün yalnız hastalanmak, bir gün sadece yalnızlıktan ağlamak korkuları sanki kızamık şekeri gibi eriyor ağızlarında. Sanırsın hiç korkmuyorlar aslında.
Sanırsın terk edip gittikleri adamlarda nelerini nelerini bırakmamışlar. İçlerinden neleri neleri kopmamış yıllar içinde. Sanırsın korkmuyorlar ‘Ya bir daha biri olmazsa’ cümlesinden, ‘Ya hiç kimse olmazsa’ diye kalpleri sıkışmıyor. Ama kalıbımı basarım kanıtlayamazsınız, anlayamazsınız, aklınızın kenarından geçmez.
Çiçek dürbünü alarmıAnlamazsınız işte ve anlamadığınız için... Onlardan bir kuşun kanadı gibi geçer her şey, gözlerindeki çiçek dürbünlerinde bir kırıntı oynar sadece.
Bir kırıntı oynar gözlerinde ve sizin yeriniz değişir evrende, fark edemezsiniz. ‘Erken uyarı sistemi olmayan kadınlar’ bunlar. Ne bırakırım, ne terk ederim derler. Sadece gidiverirler. Gözlerindeki çiçek dürbününde bir kırıntı oynar oysa, daha ne olsun! Çoktan gitmiş olurlar zaten gittiklerinde, felik olsun diye değil, sadece ışıkları sönüyor onların tahammül ettiklerinde.
Tahammül etmeye başladıklarında ölmeye başlıyorlar. Bunu onlar bazı cinayetlere kurban gitmiş oldukları için biliyorlar. Hep aynı yerden kırılsa kalp mühim değil; ama hep çalışmadığı yerden kırılır gönül.
Baştan biliyorlar bunu ve bu yüzden bir kaplan ve bir yanık pervane, bir kısrak ve bir tedirgin sincap gibi ve en çok bir insan gibi kaçıp kaçıp gidiyorlar. Ve ne yazık siz bu hikâyeleri hiç bilmiyorsunuz. Bir kadının dinleyebileceği gibi onları hiç dinleyemiyorsunuz. Daha çok mu korkardınız acaba? Yoksa eteklerine daha mı çok yapışırdınız?
Bilmem. Belki böylesi daha iyi. Siz belki de hep bilmeniz gereken kadarını biliyorsunuz. Kim bilir? Belki de ancak kadınların bir kısmını görünce katlanabiliyor, ancak bu şekilde ödünüz patlamadan yaşayabiliyorsunuz.