Friday, January 30, 2009

a long and overdue account of the past week or so

yazacak o kadar cok sey geliyor ki aklima, resmen useniyorum baslamaya.

burada havalar cok soguk. gecen sali aksami buraya vardik, ve o gece kar yagmaya basladi. carsamba gunu okul kapaliydi. yerde hala delicesine kar var. yollar, kaldirimlar buzlu. yururken surekli ayagim kayiyor, minik minik adimlar atiyorum.

istanbul'dayken bir aksam, galiba juli, mehmet ve meral'le gecirdigim gunden sonra, eve gelince bir bira acip odamda oturmustum. bir yandan muzik dinleyip bir yandan internette siirler okumustum. o zaman buldugum bir siir var, cok guzel. birhan keskin'in. ben zaten bu kadina bayiliyorum. anlatimi cok duru, tam benim, bir soyleyebilsem, soyleyecegim sekilde yaziyor. siirlerinin cogu bende tam karsilik buluyor yani. bu da oyle:

DENIZ KABUKLUSU

O beni sahilden, kendimi gömdügüm , sertlesmis islak kumdan aldi,
elledi.
Ben, bana düsen aciyi da neseyi de yasamistim diye
düsündüydüm.

Içimdeki zayif hayvan çok olmustu öleli

O beni sahilden...
Yani yoktu sedefimden baska seyim

Derin denizlerle, soguk denizlerle
tuzla, dalgayla bogustuydum ben ve hayvanim çikmisti benden
Kendi içine kivrilmis, rüyasini unutmus
soguk tas degil miydim artik ben?

O bana bir rüya verdi, inanamadim.
(Bademin nesesi dedi, al bak dedi, kisacik dedi)

O benim yüregimi elledi.

Dersler basladi tabi. Bu donem yine bir ders aliyorum sadece. Electric power systems. Temel E&Mden basliyor, sonra three phase circuits, falan filan. devamini daha bilmiyorum. elektrik muhendisligi dersi aslinda. ama makina muhendisliginde almak istedigim hic ders yok. dersin hocasi cok enteresan. buradaki cogu hocadan cok daha fazla ogrencilerle ilgili. mesela herkesin fotografini basmis, herkesin ismini biliyor. ayrica derse gitmek zorunlu, kagit imzaliyoruz. ve surekli birilerine sorular soruyor. sirayla butun sinifi tariyor. oyle ki, dersi bos bos dinlemek imkansiz gibi birsey. ayrica odevleri gruplar halinde yapiyoruz, ve her grup bir soruyu derste sunuyor. ben derse gec katildigim icin ofisten arkadaslarim yerine bir grup son sinif ogrencisiyle ayni gruptayim. son dakikaya birakan tipler olmamalarini umuyorum.


asil yazmaya usendigim bolume geldik iste. rotterdam, amsterdam ve paris gezisi. oncelikle, boyle guzel bir gezi varken bile onumde, istanbul'dan ayrilmak her zamanki gibi cok zor oldu. valiz toplamayi yine son geceye biraktim cunku yolcu moduna girmeyi elimden geldigince ertelemek istedim. bir yerleri birakip gitmeyi hic ama hic sevmiyorum.

ucagimiz sabiha gokcen'den kalktigi icin erkenden evden ciktik, oraya vardik, basak'la bulustuk. bu sefer annemler icin daha zor oldu sanki, merve de benimle geldigi icin sanirim. pegasus'la amsterdam'a uctuk. yolculuk fena sayilmazdi. ben yine uyudum. :) amsterdam'da kuzenimin kocasi cenk bizi aldi, rotterdam'a goturdu. o zaman da yagmur yagiyordu, zaten hollanda'da oldugumuz sure boyunca yagdi. yolda 4 tane ruzgar tirbunu gorduk, yolun kenarindaydilar. amerika'da yollarin kenarina koymak heralde cok zor olur, turbulence yuzunden, ama avrupa'da regulationlar degisik tabii. rotterdam bence cok sevimli bir sehir. bisiklet yollari var, koprusu var, liman sehri. ayrica delft'e cok yakin. orada da cok iyi bir ruzgar enerjisi programi var. neslihan'in evine gittik. bize borek ve kurabiye ikram etti. :) bir de tabii ki mert, ezgi ve dilay'i gorduk. o kadar seker, o kadar eglenceli cocuklar ki! anlatamam, yasamak lazim. otur izle, zaman gecsin, oyle yani. ayrica ezgi ve dilay (3 yasindalar, ikiz) sofrayi kurdular bizim icin. o gun havanin cok soguk olmasina ragmen biraz rotterdam'i gezdik, sonra basak'i arkadasiyla bulusmasi icin biraktik, eve donduk. aksam da hande geldi, aile saadeti yasadik, yazdan fotograflara baktik.

cuma gunu amsterdam'a gittik. hande bizi arabasiyla goturdu. hava yine yagmurlu oldugu icin yine gonlumuze gore gezemedik. biraz ortalikta dolandiktan ve kizarmis patates yedikten sonra basak ve ben van gogh muzesine gittik, merve ve hande de madam tussaud's muzesine gitmisler. van gogh muzesi guzeldi, ama fotograf cekilmesi yasakti. sonra tekrar bulustuk ve red light district'i gezdik. servet'i beklerken de bir hediyelik dukkanina girip alisveris yaptik. ne yazik ki servet'le cok kisa gorustuk, amsterdam'da, bir yunan'in islettigi bir arjantin restoraninda 5 turk yemek yedik. :) sonra biz rotterdam'a donduk. bu sefer dayimlara gittik. boylece dayimi ve yengemi de gormus oldum.

cumartesi sabahi da paris'e gitmek icin trene bindik. paris'te once merve'nin donus biletini aldik, sonra gare du nord'dan otelimizin yolunu tuttuk. kocaman valizleri metro turnikelerinden nasil gecirdigimizi anlatmak isterim ama yazarak size o hissi anlatabilmem imkansiz, ancak yuzyuzeyken hakkini verebilirim. otelimiz oberkampf denen bolgede, ortalama, temiz bir oteldi. esyalarimizi biraktik, merve ve ben dus aldik, hazirlanip disari ciktik. cumartesi gunu louvre muzesini gezmeye karar vermistik. metroyla louvre duraginda indik, disari ciktik. paris cok guzel! yani, nasil anlatsam, herkesin paris icin anlattigi hersey dogru. gercekten. kimse abartmamis. louvre'un girisini ararken merve ve ben bir restoranda mesut yilmaz'i gorduk bu arada. sonra sora sora girisi bulduk.

louvre da paris'in geri kalani gibi gorkemli, etkileyici. hayranlik uyandirici. disarisi ayri guzel, icerisi ayri. ne yazik ki cok zamanimiz yoktu, sadece 2-3 saat gezebildik muzeyi, ama gordugumuz herseye bayilarak, agzimiz acik baktik diyebilirim. birsuru fotograf cektik ama onlar muzedeyken gorduklerimin, hissettiklerimin hakkini vermiyor. gidip gormek lazim kesinlikle. heykeller oyle, tablolar da tabii ki. hele bir merdivenden cikip, sola bakinca boticelli'nin bir freskini gordugumde hissettiklerimi nasil anlatsam bilemiyorum. bir sanat eserinin aslini gormek ne demekmis o gun anladim. resmin, heykelin nasil bir ilham kaynagi oldugunun farkinda bile degilmisim ben oraya gitmeden once. louvre'dan cikinca biraz cevrede dolandik, aksam yemegi icin bir yer aradik. sokakta muzik yapan iki ayri gruba rastladik, ikisi de cok guzeldi. biri zaten louvre binalarinin arasindaydi. o kadar etkileyiciydi ki... o aksam cok yorgun oldugumuz icin aksam yemeginden sonra otele donduk ve 9-10 gibi uyuduk.

ikinci gun, pazar gunu, montmartre'ye gittik. tepede bir katedral var, adini su anda hatirlayamiyorum, hatirlasam da yazamam zaten :) tepede bir yer, birsuru kucuk sokak var. zaten oraya cikarken yol uzerinde yine hediyelik esya satan birsuru dukkanda durduk, alisveris yaptik. o kadar eglenceli seyler var ki. ressamlarin oldugu bir meydan var sonra, orayi bulduk, orada dolandik biraz. tepede bir yerde krep yedik sonra. oradan asagiya dogru indik, moulin rouge'u bulduk. orada da fotograf cektirip biraz etrafa bakindiktan sonra metroyla bu sefer orsay muzesi'ne gittik. orasi da cok cok cok guzeldi. i don't know what to say to make the feeling come across. it was gorgeous, amazing, wonderful, inspiring... picasso sergisi vardi, onu gorduk merve ve ben. sonra degas, renoir, van gogh gorduk. Renoir'in " Le Moulin de la Galette" adli tablosunu gorunce Boticelli gordugumdeki gibi bir heyecana kapildim. Ama tam o bolumu gezerken muzede alarmlar calmaya basladi, bizi acil cikislardan disariya cikardilar. Ne yazik ki gezimiz yarim kaldi. Oradan cikinca yuruyerek Eyfel Kulesi'ne gittik. Gittigimizde hava coktan kararmisti. Eyfel kulesi karanlikta oyle guzel gorunuyor ki! Hem gec oldugu hem de Merve ve ben yuksekten korktugumuz icin kuleye cikmadik, sadece etrafinda dolastik ve bol bol fotograf cektik. oradan, yine yuruyerek champs elysees'e gittik. caddede biraz yuruyup, metroyla otelimize donduk. yine dus alip, biraz dinlenip, aksam yemegi icin disari ciktik. bu arada saat 10da aksam yemegi yiyebilmek cok guzel! otele yakin bir restoran bulduk, derdimizi ingilizce anlatmaya calisirken, garsonumuzun yari turk oldugunu ogrendik. 1-2 saat orada oturduk, sonra yine otelimize donduk.

pazartesi paris'te gezebilecegimiz son gundu. biz de bol bol gezdik. once opera binasina gittik. yine gorkemli, yine cok guzel, yine heyecan verici. keske firsatimiz olsaydi da orada bir gosteri izleyebilsekdik. oradan cikip notre dame'a gittik. once katedralini gezdik, sonra da kulelerini. kule turu icin yarim saat kadar sogukta sirada beklemek zorunda kaldik ama hem o kadar yuksekten paris'i gormek, hem de binayi o kadar yakindan gormek o kadar keyifliydi ki, kesinlikle degdi. cok detayli anlatamiyorum cunku hem uzerinden biraz zaman gecti, hem de baslasam o kadar cok sey anlatabilirim ki, hic acmak istemiyorum. :) oradan cikinca quartier latin denen bolgeyi biraz gezdik. burasi sorbonne cevresinde oldugu icin daha cok ogrencilere hitap eden magazalar var. sokaklarda dolastik. merve universiteyi cok gormek istiyordu, onu gorduk. ama iceri girmemize izin vermediler ne yazik ki. oradan st. germain'e gittik. orada biraz dolandik. yolda bir pijama magazasina ugradik, ben kendime indirimden pijama aldim. dolasirken bir kilisede chopin ve liszt konseriyle ilgili bir poster gormustuk. st. germain'den sonra notre dame'in hemen yaninda olan bu kiliseye gittik. konser de muhtesemdi. isiklar, muzik, kilisenin havasi... oradan cikinca aksam yemegi yedik ve yorgunluktan olerek otelimize donduk. ertesi sabah da once merve'yi trene bindirdik, rotterdam'a geri donmek uzere, sonra da havaalanina gittik.

avrupa yolculugumuz da ozetle boyleydi iste. fotograflar facebookta.

Thursday, January 15, 2009

tatil bitti bitiyor

Bu tatil de cok cabuk gecti. Ne zaman geldim, o zamandan beri neler yaptim, dusununce cok kisa bir zaman gecmis gibi geliyor. En cok Dilek'in eksikligini hissettim bu tatil. Her gun her gun arayip bulusacak, alisveris merkezi gezecek biri iyi oluyordu. Bir de Caner'i cok az gordum, ona da biraz uzuluyorum. Bunlarin disinda cok eglendim ama, bol bol disari ciktim, birsuru insanla zaman gecirdim.

Bir de bir hafta sonra Hollanda ve oradan da Paris'e gidecegim, bu yuzden de cok heyecanliyim. Dun vizelerimiz geldi. Otel bulmamiz lazim simdi, ondan sonra hersey hazir olacak. Amerika ve Kolombiya'dan sonra ilk kez baska bir ulkeye gidiyorum. Ilk kez Avrupa'ya gidiyorum zaten. Kisa bir tatil olacak gerci.

Daha sonra da New York'ta Eset ve Erkan'i gorme potansiyelim var. O da guzel bir degisiklik olacak. Bir de New York'a bir gittigimde MoMA'ya gitsem...

Gecen gun Julide, Sirin, Pelin ve Zehra'yla Kadikoy'de bulustuk. Pelin de tezini bir turlu bitiremiyormus. Kendimi biraz daha iyi hissettim tek ben olmadigim icin. Ama neden, neden? Tembel bir insan degilim ki ben? Beni tutan ne tam olarak? Ne yapmam lazim?

3-4 gun once aklima bir siir gelmisti, tam olarak ne oldugunu bulamadan unuttum, dun yine hatirlayinca bu sefer baktim. "O kadar guzel ki artik o kadar olur." o kadar guzel bir anlatim ki, yani artik o kadar olur. :)

GÜZELLEME

Bak bunlar ellerin senin bunlar ayaklarin
Bunlar o kadar güzel ki artik o kadar olur
Bunlar da saçlarin iste aksamdan çözülü
Bak bu sensin çocugum enine boyuna
Bu da yatak olduguna göre altimizdaki
Sabahlara kadar koynumda yatmissin
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artik o kadar olur

Ise bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yasamaya alisik
Iyi ki burda yoksa ben ne yapardim
Bak çocugum kollarin iste çiplak iste
Bak gizlisi saklisi kalmadi günümüzün
Gözlerin sabahin sekizinde bana açik
Ne günah islediysek yari yariya

Sen asil bunlara bak bunlar dudaklarin
Bunlarin konusmasi olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüstüm ilk öptügümde
Vapurdaydik vapur kiyiya gidiyordu
Üç kulaç öteden Istanbul gidiyordu
Uzanmis seni usulca öpmüstüm
Hemen yanimizdan baliklar gidiyordu.

Cemal SÜREYA